Son dakika haberi bulunmamaktadır.   Senoz Esnaf  
Senoz Deresi
Anasayfa | Haber Ara | Foto Galeri | Videolar | Animasyonlar | Anketler | Sitene Ekle | Mesaj Gönder | Sohbet | MircScriptİndir

HABER ARA


Gelişmiş Ara

EN ÇOK OKUNANLAR

Hemşehrimiz Yahya Alkın Hoca ile sohbet

Senoz'un yaşayan alimlerinden Yahya Alkın Hocamız ile uzun sayılabilecek bir sohbet gerçekleştirdik.

Kategori  Kategori : Röportajlar
Yorumlar  Yorum Sayısı : 14
Okunma  Okunma : 11837
Tarih  Tarih : 26 Ekim 2009, 13:06

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Yahya Alkın, (Senoz’un köylerindeki tanınan ünvanıyla “Dehri Yahya Hoca”) emekli bir müftü. Emekliliğine rağmen eğitim hizmetlerine devam ediyor. Senozlu olup da halen müftülük yapan hocalarımız da var, bunu da biliyoruz. İnşallah zaman içerisinde onlarla da sohbet yapma imkânı buluruz. Erzincan, Muğla ve Pendik Müftülüklerinde bulunan Yahya Alkın Hocamız, uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi’nde ‘tefsir’ dersleri okuttu. Son olarak da (emekli olmasına rağmen, talep üzerine) Rize’de açılan “DİB Yusuf Karali Eğitim Merkezi”nde ders vermeyi sürdürüyor.

Hocamızla yaptığımız uzun sohbeti sunarken, bütün hemşehrilerimizden ‘yorum’larını yazmalarını beklediğimizi de belirtiyoruz. Sohbetimize buyurun:

 

 

*Hocam, önce sizi tanıyabilir miyiz? Yahya Alkın kimdir?

Yahya Alkın 1942 yılında Rize'nin Çayeli kazasına bağlı Yenice Köyünde doğmuş, "Dehri Mustafa"nın oğludur. İlkokulu köyümde okudum. Bitirdikten sonra hafızlık eğitimi almak üzere İzmir'e gittim. İzmir Kestanepazarı Kur'ân Kursu'nda okumaya başladım ve orada hafızlığımı yaptım.

 

*Niçin İzmir'e gittiniz?

Evet, niçin İzmir? Tabiî siz o devirleri yaşamadığınız için bilmezsiniz. O zaman gurbet devri. Herkes geçimini temin etmek için gurbete, çalışmaya gitmek mecburiyetindeydi. Rahmetli babam geçim için diyar diyar dolaşıyordu. Ben 12 yaşındaydım ve babam beni, ben de babamı tanımazdım. O gurbette para kazanacak ve biz de Senoz'da, dağın başında geçineceğiz. İşte bu sebeple babam İzmir'e gidiyor ve orada bir fırın kiralıyor, çalıştırıyor. Benim de orada okuma imkânım oldu. Onun için İzmir'e gittim. Kestanepazarı Kur'ân Kursu'nda hafızlık eğitimini tamamlayıp 'hafızlık icazeti' aldıktan sonra İzmir İmam Hatip okulunda okumaya başladım. Hafızlık, orta ve liseyi İzmir'de okudum ve orada 9 yıl kaldım.

Tabiî bu arada yazları da çalışıyordum. O zaman bakkallara ekmek taşınıyor, araba yok. Sırtımızda küfelerle, sepetlerle aşağı yukarı 7 sene bakkallara devamlı ekmek taşıdım, hem de okumaya devam ettim. Maaş falan yok ha. İş kendimizin olduğu için, amcalarım da vardı, karın tokluğuna ekmek taşıdık, çalıştık...

 

*Okul hayatınız nasıl geçti?

O zaman imam hatip okulunun orta kısmı 4, lise kısmı ise 3 seneydi. Şimdi tersini yaptılar, orta kısmı 3, lise kısmı 4 sene olmuş. Ben İHL orta 4. sınıftayken ağabeyim Yusuf Okumuş, (Dehri Yusuf Hoca) Ankara'da Et Balık Kurumunda çalışıyordu. O sene yaz tatilinde Ankara'ya, ağabeyimin yanına gittim. 1959'un sonuna denk geliyor dediğim tarih. O zaman Ulus'ta Murat Lokantası'nın üstünde bir Risâle-i Nur dershanesi vardı, ağabeyim beni oraya götürdü ve ilk defa Risâle-i Nur eserleriyle tanışmış oldum. Bu bakımdan ağabeyime de çok şey borçluyum, çünkü Risâle-i Nur ile beni o tanıştırmış oldu. Okul dönemi başlayınca yeniden İzmir'e geldim. O zaman imam hatibin orta kısım son sınıftaydım.

 

*O tarihlerde Risâle-i Nur eserlerini okuduğunuz için sıkıntılar çektiniz mi?

Tabiî ki biz de zulümler gördük. Okulda müdür yardımcısı bir gün sınıfa girdi ve "Herkes ellerini kaldırsın" diye bağırdı. Aslında benim Risâle-i Nur'ları okula getirdiğimi biliyorlar, bana suç üstü yapmak istiyordu. Ama bunu da belli etmek istemedikleri için güya herkesi aramaya başladılar. Ben de o gün İhlâs ve Uhuvvet Risâlelerini yanıma almıştım, çantamdaydılar. Dedim ki "Her halde kitaplarımı alacaklar." Müdür yardımcısı geldi, çantamı açtı, aradı-taradı; Allah'ın hikmeti kitapları bulamadı. Çantayı didik aradı, ama bulamadı. Fakat okulun müdürü benimle çok uğraşmaya başlamıştı.

Şöyle yaptı, böyle yaptı benim okumama engel olamadı. Lise son sınıftayken ve üstelik imtihanlara bir ay varken bana keyfi bir surette 'tasdikname' verdi, okuldan uzaklaştırdı.

Sebebi de şu oldu: O dönemde Halide Nusret Zorlutuna isimli bir hanım vardı. O, Risâle-i Nur'a hücum edenler hakkında "Nur ve nurdan ürkenler" diye bir makale yazmıştı. Ben de o yazıyı, -o zaman matbaa ve fotokopi olmadığı için- teksir makinası ile çoğaltmış ve arkadaşlara dağıtmıştım. Bizde korku yoktu, her şeyi göze almıştık. Aleyhte olan birisi bu yazıyı götürüp müdüre vermiş. O da emniyete vermiş, "Bu Nurcudur, propaganda yapıyor" demiş. Neticede beni mahkemeye verdiler. Gece polisler geldi, evimi bastılar. Ne kadar Risâle-i Nur eseri varsa hepsini aldılar ve karakola götürdüler. Sabaha kadar beklettiler, ertesi gün emniyete götürdüler. Emniyet müdürü de güya bana iyi davranarak, "Sen iyisin... iyisin de kimlerle görüşüyorsun, onları bize anlat" diye benden isimler istedi. Ben de "Ben bir imam hatip talebesiyim. Dinî muhtevalı kitapları okuyorum, kimse ile bir ilgim yoktur" dedim. Biraz tehdit etti, ama baktı ki olmuyor mahkemeye sevk ettiler. Mahkemede insaflı bir hakim vardı, ona düştük. Mahkemede dedim ki "Ben imam hatipte din eğitimi alıyorum. Bana soruyorlar: Bediüzzaman kimdir, eserleri ne anlatır? Ben bu eserleri okumadan sorulara cevap versem doğru olur mu? Bana soranlara doğru bilgiler vermek için bu eserleri okuyorum" dedim.

"Şart mıdır, Ömer Nasuhi Bilmen'in kitaplarını oku" dedi hakim. Ben de "Onu da, başka kitapları da okuyorum" dedim. Neticede beraat ettik ve kitaplarımızı da iade ettiler.

İşte bizim müdür bu mahkemeyi de bahane ederek elime bir tasdikname verdi ki "İzmir'in hiçbir yerinde okuyamaz" diyordu. Tasdiknameyi aldım, imkân yok, para yok, ben nereye gidip okulu bitireyim?

Allah rahmet eylesin, Ali Rıza Güven vardı bizim kursun müdürüydü. Bana o günkü para ile 200 lira verdi. İzmir'den İstanbul'a geldim ve İstanbul'daki imam hatip okuluna gittim. O zaman İstanbul'da bir imam hatip lisesi vardı zaten.

Okulun müdürü ilahiyatçı değil, biyoloji öğretmeniydi. "Sana niçin tasdikname verdiler?" dedi. Ben de "Risâle-i Nur okuduğum için" dedim. "Bizim okulda sizin gibilere yer yok" dedi. Ben de "Sen bilirsin" dedim.

Sonra bir arkadaşım vardı, Mustafa Öztürk isminde. Kur'ân öğretmeniydi, şimdi o da emekli olmuş. O zaman Gülhane Parkı karşısında Zeynep Sultan Camii var, orada müezzin idi. İzmir'den arkadaşımdı, onun yanında kalıyordum. O da sonradan MÜ İlahiyat Fakültesinde profesör olan birine (ismi mahfuz) gidip benden bahsetmiş ve Sakarya imam hatip okuluna kaydımın yapılması için yardımcı olmasını istemiş. Sakarya İHL'nin müdürü ilahiyatçıydı. O da bir mektup yazmış, arkadaşım mektubu bana getirdi. Baktım ki mektupta "Bu arkadaş zekiymiş, ama Nur Talebesiymiş. Yine de kaybetmeyelim, sahip çıkalım" gibi bir şey yazıyordu. Ben bu ifadelere üzüldüm, mektubu yırttım, attım ama yine de Sakarya'ya gittim.

Maddî imkânlarım yok, İstanbul'daki "İlim Yayma Cemiyeti"ne gittim ve durumu anlattım. Onlar da bana bir yatak ve yorgan verdiler. Yatağı yorganı sarıp sarmaladım ve doğru Sakarya'ya gittim. Oradaki okul müdürü de "Doğru söyle, sana niçin tasdikname verdiler?" dedi. Ben de doğruyu söyledim, "Risâle-i Nur okuduğum için" dedim. Dedi ki, "Bak ben seni okula alacağım, ama o kitapları bu okulda okuma, evinde istediğin kadar oku." Ben de "tamam" dedim ve okula kaydoldum. Sakarya İHL'nin müdürünün soyadı Fındıkoğlu idi, ama adını hatırlamıyorum.

O zamanlar imam hatipte doğru dürüst kitaplar yoktu, hocalar anlatır ve biz de notlar alırdık. Dolayısıyla imtihanlara hazırlanmak için elimde notlar da yoktu. İzmir'de aldığımız notlar da değişikti. "İmtihanda başarılı olamam" diye canım sıkıldı ve Kur'ân kursuna gitmeye karar verdim.

O zaman Çayeli Madenköy'den Tüylüoğlu Hakkı'nın Adapazarı'nda bir fırını vardı. Bizim yukarılardan Boğosli'den "Şakifin Muhammed" vardı, o da oraya gelmişti. Yayladan arkadaşımdı. Beni görünce hoşbeşten sonra durumu anlattım. O rahmetli dedi ki, "Yahu şurada kalmış bir ay. Şu okulu bitir hele. Sen yaparsın" dedi ve beni yeniden okula devam etmeye ikna etti. Ben tekrar yatağımı yorganımı alıp imam hatip okuluna gittim ve neticede imtihanları birincilikle verip okuldan mezun oldum.

 

*Sonrasında İslâm Enstitüsüne nasıl kaydoldunuz?

Sakarya'da imam hatip okulunu bitirince, bu sahada eğitimime devam etmek istedim ve İstanbul'a geldim. Fakat İzmir'deki okulumuzun müdürü İzmir'den buraya haber göndermiş ve "Bu öğrenciyi almayın" demiş. Başta beni İslâm Enstitüsüne almadılar. Fakat Sakarya'daki okulumuzun müdürü rahmetli Fındıkoğlu kalktı İstanbul'a geldi ve benim okula kaydolmam için ricada bulundu. Neticede okula kaydımızı yaptırdık. Öyle maceralı oldu okul hayatımız...

 

*Çocukluğunuzda Türkçe ezan okunduğuna şahit oldunuz mu?

Evet, bizim köyümüzde, Yenice'deki camide ezanın "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur" diye okunduğuna şahidim. Mehmet Ali isminde bir hocamız vardı, o da bizim köydendi. Bu şekilde okunduğuna çok şahit olduk.

Biliyorsunuz, o tarihte Çayeli'nden bizim köye yürüyerek 8 saatte gelinebiliyordu. Bir gün jandarmalar geldi, biz okuldaydık. Duymuşlar ki bu köyde birisi çocuklara Kur'ân öğretiyor. Rahmetli amcam Hafız Ahmet çocuk okuturdu. "Bunun bir yeğeni var" diye bizim okula geldiler ve "Amcan nerede, bizi onun yanına götür" diye beni zorladılar. Biz de zaten çocuğuz, "Haçikli"ye, amcamın yanına gittik. Jandarmalar amcamı Kaptanpaşa'ya götürüp ona saatlerce sopa atmışlar.

 

*Askerliğiniz de biraz maceralı olmuş galiba?

İslâm Enstitüsünü bitirdim, evlendim, 1968'de askere gittim. Askere gitmek için Kasımpaşa Askerî Hastanesi'nden rapor almak gerekiyordu. Benim de sol kolum, 9 yaşında düşmem sebebiyle kısmen sakat kalmıştı. Doktor dedi ki, "Bu sebeple sen istersen askerlik yapmayabilirsin." Ben de "Hayır, askerliğimi yapayım" dedim ve neticede Ankara'ya asker olarak gittim.

Ankara Etimesgut Zırhlı Birliklerde askerlik yapmaya başladık. Ama öyle bir komutan vardı ki namaz kıldığımız seccadeleri yırtıp atardı. Çamurlarda namaz kılmak zorunda kalıyorduk. Öyle günler geçirdik. Çok sıkıldım ve sürekli "Cevşen" okumaya, duâ etmeye başladım. Dedim ki "Ya Rabbi bundan beni kurtar da ölünceye kadar İslâma hizmet etmek nasip et." Sonra Gülhane Askerî Hastanesi'ne sevk aldım. Komutan da, "İstediğin kadar git, sen rapor alamazsın" diyordu. Neticede "Bu askerlik yapamaz" diye rapor aldım ve Hakkı Albaya teslim ettim. Bana bu raporu verenlere küfretti. Ben de "Allah'a ısmarladık, Mahkeme-i Kübrada görüşürüz" dedim ve oradan ayrıldım.

 

*Müftü olarak ilk görev yeriniz neresiydi?

İslâm Enstitüsünde öğrenciyken 3 yıl boyunca Cağaloğlu'nda imam hatiplik yaptım. İlk defa müftü olarak Erzincan'a tayin oldum. Tabiî o günler de heyecanlı günlerimiz. 12 Mart'dan önceydi. Erzincan'a bir vali tayin oldu, tuhaf bir valiydi. Mülkiye müfettişi olan bir kişiyi vali olarak tayin etmişler. Vali bana dedi ki "Mustafa Kemal'in heykelini yapacağız, bunun için camilerden para topla."

Dedim ki "Sayın valim, cumhuriyet tarihinde hiçbir valinin müftüye camilerden heykel için para topla dediğini duymadım. Bunu ilk defa sen istiyorsun. Ben bunu söylersem olay çıkar. Siz bunun sorumluluğunu üstleniyor musunuz" dedim. "Evet, üstleniyorum" dedi. "O zaman şifaî değil, yazılı emir verin" dedim.

"Sen kime karşı çıkıyorsun" diye bana çıkıştı. Ben de "Bana yazılı emir verirsin, ben de bunu cemaate gösteririm. Cemaat de ne yaparsa yapar" dedim. Hülâsa böyle tartışmalarımız oldu.

Diyanet beni takdir ederek terfien Samsun Müftülüğüne tayin etmek istiyor, ama bazı yöneticiler diyor ki "Bunun aleyhinde dosyalar var, oraya tayin edemeyiz." Bu tartışmalar sonrasında benim tayinim 'tenzilen' Muğla Müftülüğüne çıktı.

Sonra Muğla'ya gittim. Tabiî Muğla, Erzincan'a göre manen zayıf. Orada da 4 sene müftülük yaptım. 1976'nın başında Diyanet İşleri Başkanlığı (İstanbul) Haseki Eğitim Merkezi açıldı. Oraya kursiyer olarak geldim. 2.5 yıl süren kursu birincilikle bitirince Tayyar Altıkulaç tarafından orada öğretim görevlisi olarak kalmam ve müftü ve vaizlere ders vermem teklif edildi. Ben de bu teklifi kabul ettim ve o günden sonra emekli olduğum 2000'e kadar devam ettim. Şu anda emekli olduğum halde yine Haseki Eğitim Merkezi'nde (merkez, şu anda Pendik'te faaliyetini sürdürüyor) ders vermeye devam ediyorum.

Son olarak Rize'de açılan Diyanet İşleri Başkanlığı Rize Yusuf Karali Eğitim Merkezinde bir dönem ders vermek için Rize'ye gidiyorum.

 

*Ailenizin soy ismi "Okumuş" olduğu halde, sizin soy isminiz niçin "Alkın?" olarak seçilmiş...

Rahmetli babam bu şekilde yapmış. Niçin böyle olmuş hiçbir bilgim olmadı. Babam erken vefat ettiğinden bunu öğrenme imkânımız da olmadı. Bütün aile "Okumuş" soy adını taşıyor, ama benim soy adım "Alkın" olmuş. Doğrusu ben de sebebini bilmiyorum.

Rahmetli babamla belki 2 ay beraber olabilmişim. Ben 12 yaşındayken o İzmir'den memlekete geldi. Ben o tarihte İzmir'e gittim ve görüşmemiz çok kısa olmuş oldu.

 

*Biraz da ailenizden, "Dehriler"den bahseder misiniz?

Ulaşabildiğim kadarıyla babamın ismi Mustafa, onun babasının ismi Yahya. Bana dedemin ismi verilmiş. Dedemin babası Ali Efendi varmış, bizin orada meşhurmuş. "Dehri Ali Efendi" hem âlim, hem de ehli kerametmiş. Yıllarca bizim köyde (Yenice) Kadı Beydavi'nin eserlerini okutmuş. Onun amcasının oğlu Yusuf Dehrioğlu varmış. O da zamanında Fatih dersiamlarından olmuş ve hatta padişahların 'huzur hocası' olarak vazife yaptığı söylenir. Bunu ben rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen'e sormuştum. Ömer Nasuhi Bilmen Hoca bize iki yıl hocalık yapmıştı. Yusuf Dehrioğlu'nu tanıyormuş, ondan övgüyle bahsetmişti. O büyük bir âlimmiş. Ondan evvel Kadir Efendi varmış. Fakat onun nereden geldiği noktasında bir bilgimiz yok. Bir şecere tutulmuş değil.

 

*Ankara'ya gidip Risâle-i Nur dersine katıldığınızdaki ilk değerlendirmeniz nasıldı? Risâle-i Nur'un hangi yönü sizin ilginizi çekti?

Ben o zaman orta okul son sınıfta okuyan bir çocuktum. Kitap okumuş ve kültürü gelişmiş bir kişi de değildik. Ben o an için "Risâle-i Nur'u okudum da beni cezbetti" dersem yanlış olur. Beni cezbeden, oraya gelen Nur Talebelerinin arasındaki samimî muhabbetiydi. Bu hal beni öyle bir cezbetti ki "İnsanlık budur" dedim. Ben çok duygulandım ve ondan sonra oturdum ve dershanede 2.5 ay Risâle-i Nur'u okudum. O samimiyet, o kardeşlik beni cezbetti. Sözler'i ilk defa matbaada bastıran rahmetli Atıf Ural'ı da orada tanıdım. Devamlı o derslere gelirdi. Atıf Ural biliyorsunuz, aynı zamanda bizim hemşehrimiz. Babası, Çukurluhoca Köyündendir.

 

*Daha önceden de bu bilgiye sahiptik, ama ayrıntılı bilmiyoruz. Atıf Ural, gazeteci Nuriye Akman'ın amcası oluyor galiba...

Evet, Atıf Ural, Nuriye Akman'ın amcası oluyor. Atıf Ural'ın babası hakimdi. Ama genç yaşta Senoz'dan Erzincan'a göçen bir aileye mensuptu. Eski adı Ademiç olan komşu köyümüzden olan bu aile, Erzincan'a göçmüş ve oraya yerleşmişler. Ben Erzincan'da vazife yaparken o aileye mensup olanları tanıdım, ama bizim hemşehrilerimiz onları pek tanımaz, hatta hiç tanımaz...

Bildiğim kadarıyla Ademiç'ten Av. Mehmet Yağcı'nın akrabaları olması lâzım...

 

*Biraz da Senoz'a gidelim. Köyünüzle irtibatınız hangi seviyede?

Hakikaten insanoğlu yaşlanınca baba ocağını özlüyor. Şu an benim memleketim Rize olmasaydı, belki de Rize'deki görevi kabul etmek istemezdim. Kabul etmemde bunun da etkisi oldu. Baba ocağı, Senoz bizi çekiyor.

Ama manevî yönden genel hastalık her yerde var. Bediüzzaman'ın da bir sözü var: İyi şeyin bozuğu, kötü şeyin bozuğundan daha kötü olur. Eskiden Senoz'da çok sayıda âlim yetişmiştir. Ulemanın çekildiği yerler çok kötü bozuluyor. Ben Senoz Deresini kötülemek için değil, üzüldüğüm için söylüyorum. Manevî bozulma her yerde var. Ama bir Rize ile Çayeli ile başka illeri kıyaslamak mümkün değil. Memleketimiz pek çok yerden daha iyi durumda manevî olarak da. Ama gönül ister ki daha iyi olsunlar. Meselâ, yaz aylarında Senoz'a, köyüme gidince bazen Cuma günleri Çukurluhoca'da camide vaaz veriyoruz. Bazıları kahveden kalkıp camiye gelmiyor, bu da bizi üzüyor. Biz kızmıyoruz, acıyoruz böyle yapanlara. Daha fazla manevî yönleri kuvvetli olsun diye arzu ediyoruz.

 

*Senoz'un geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Geçen gün birisi bir yazı yazmıştı ve "Karadeniz'in keşfi" demişti. Karadeniz ve Senoz çok güzel bir yer. Dereler şırıl şırıl akıyor. Bizim bu güzelliklere sahip çıkmamız lâzım. Senoz; geçim yeri değil, dinlenme yeri olmuş ve olmalı da. Dinlenmek için biçilmiş kaftan.

Yapılan barajlar konusunda ayrıntılı bilgim yok, ama gereksiz tahribatın yapılmasını istemem. Korkut Özal'la tanışıklığımız var. Bizzat onunla konuşmuştum ve bana "Bu projeleri ben yaptım. En uygun şekilde olsun diye gayret ettim" demişti. Sonra şikâyetler artınca, "Benim projelerime uymamışlar" diyerek tahribatın olduğunu kabul etmişti. Tabiî ki sıfır zarar mümkün değil. Ama en aza indirilebilir. Korkut Özal, Trabzon tarafındaki barajları yapıyormuş, ortağı da Rize'dekileri. Senoz'da proje dışına çıkıldığını Korkut Bey de söylemişti. Çevrenin bozulmaması gerekiyor. Ama sular da boşuna akmasın, en uygun proje ne ise o uygulansın. Cenâb-ı Allah bir nimet vermişse onu da kullanalım, ama tahribat yapmadan...

 

*Senoz gençlerine bir tavsiyeniz olacak mı?

Ben bunu düşündüm ve dedim ki bizim Kaptanpaşa nahiyesine bağlı köyleri kaplayan bir vakıf kuralım. Ön çalışması yapıldı ama bu işte muvaffak olamadık. Benim gayem, İstanbul'daki Senozlularla zaman zaman bir araya gelip gençlerle buluşmak. Bunu yapabilmemiz lâzım. Bir çok değerler yanlış yollara gidip kabiliyetler bozuluyor. Bazı iller ve ilçeler bunu başarmış durumda.

Bu yıl Ramazan'ın son 10 gününde köyüme, Yenice'ye gittim. "Yukarıki Demirciler" var köyümüzde. Onlar baba evini yeniden donatmışlar, şükür olsun diye bir hayvan kesmişler. Bizi de dâvet ettiler. Oraya gittik. Köyün halkı, gençler toplandı. Ben teklif etmeden onlar soru sormak istediler. Güzel bir sohbet ettik. Bir çok meseleler dile getirildi. Ben de çok memnun oldum. Gençlerin çoğunu tanımıyordum, tanıdım. İstanbul'da da böyle çalışmalar yapılabilir. Mevcut hemşehri dernekleri ne yapar, ben şimdiye kadar hiç dâvet edilmiş değilim.

 

*Hocam sizi yorduk. İnşallah başka vesilelerle de yine görüşürüz. İlginiz ve bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

 

*Ben de size teşekkür eder ve çalışmalarınızda başarılar dilerim. Senozderesi.com ile güzel hizmetler yapıyorsunuz. (Görüşen: F. Çakır)

*

senozderesi.com haber merkezi

 

Yazdırılabilir Sayfa Yazdırılabilir Sayfa | Word'e Aktar Word'e Aktar | Tavsiye Et Tavsiye Et | Yorum Yaz Yorum Yaz

Bu habere toplam 14 yorum yazılmıştır.

recep çakır [ 05 Mart 2014, 17:56 ]
s.a.
Güzel bir röportaj olmuş. Yahya Alkım Hocamızı tanıtmışsınız. çayelinden olmama rağmen tanımıyordum. Teşekkürler...
Fatih ÖZDEMİR [ 18 Temmuz 2010, 03:03 ]
Slm.
Hocamı bende severek pendik müftülüğü sırasında takip etme imkanı buldum. (...)
suleyman yetimoğlu [ 09 Mart 2010, 00:10 ]
saygı değer hocamı hurmetle selamlar seğlıklı uzun ömürler dilerim hizmetlerinin devamını dilerim.deremizin iftihar vesilesi onu anlatmaya biz yetersis kalırız.ama sizede teşekkür ederim boyle bir muhterem hocamızı gençliğe bir nebze tanıtırsınız inşaallah.gençliğin istifdesine sunarsin inşaallah.gençlerimiz de istifade eder.sizede bu çalişmalarınızın devamı için başarılar diliyorum.esselamun aleyküm.

Yorumların tamamını okumak için tıklayın.

Röportajlar

En Çok Okunan Haberler

Umut yarını değiştirme çabasıdır!07 Temmuz 2019
RadyoSenoz
 
İSTEK GÖNDER

FOTOĞRAF GALERİLERİ

Yayınlanan yazıları kaynak göstererek yayınlamak serbesttir. © Copyright 2004-2009
Yazar Girisi | Altyap: MyDesign Haber