| ||||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||||
Anasayfa | Haber Ara | Foto Galeri | Videolar | Animasyonlar | Anketler | Sitene Ekle | Mesaj Gönder | Sohbet | MircScriptİndir | ||||||||||||||||||||||
SENOZ'UN SESİHABER ARAEN ÇOK OKUNANLAR |
Ah, o günler ah!
Aynı suali günde kaç defa tekrarladığımı inanın bilmiyorum; akşamları yatarken, sabah kalkarken, yolda yürürken, otobüste, minibüste, toplulukta ve yalnızken. Soruyorum kendi kendime, "Ne olacak bu ülkenin hali, sonumuz nereye varacak?" diye. Bu soruyu kendime sormanın birinci amili; sabahtan akşama kadar sosyal hayatın içinde geçen sayısı belirsiz olumlu olumsuz değişikliklerdir.
İki kapılı bu handa dönüp duruyoruz; ha şöyle ha böyle yaşayıp gidiyoruz. Ama nasıl, ama ne yaşamak! Gerçekten Bir türlü soruma cevap bulamıyor, hani derler ya, ‘’doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor’’. Ülkemde olup bitenler haliyle beni de çok etkiliyor. Olumsuz tutum ve davranışların tezahürü olarak zuhur eden namüsait durumlar vesilesiyle ülkemin durumunu ve sonunun ne olacağını gerçekten çok merak ediyorum. Geçim derdi başta olmak üzere, bin bir çeşit sıkıntıyla, dertle, kederle boğuşan vatandaşlarımın da aynı duygu ve düşüncelerle dolu olduklarına inanıyorum. Ah o günler ah! Neydi o günler. Yokluklar, namüsait şartlar içinde yaşamların sürdürüldüğü köyümde, köylerimizde tükettiğimiz o güzel günler. Refah seviyesinin yükselmesiyle beraber yavaş yavaş kaybolup giden gelenekler, görenekler, hoşgörüler, saygılar, sevgiler daha neler neler… Köyde, üç yüz yıllık ahşap evin karanlık bulmesinde (oda) doğmuşum. Eski, devlet bakanlarından rahmetli İzzet Akçal amcamın, babamı, şehirde bir işe yerleştirmesinin ardından, annemin kucağında babamın şehirde tuttuğu eve yerleşmişiz. Memur hayatı bu ya, babam, o ilden diğerine, o ilçeden bir başka ilçeye tayini çıktıkça biz de onunla beraber şehir şehir dolaşmış durmuşuz. Derken kardeşlerim olmuş iki kız, üç erkek daha. Yaşam zorlaşmış. Samsun, Sivas, Çorum ve daha nice il ve ilçeleri, derken, tayini gün gelmiş Rize’ye çıkmış. O tarihte, köydeki evimizde bizim olan tarafta sadece, rahmetli amcam ve çoluk çocuğu otururlarmış. Babam rahmetli, arıcılığı çok severdi. Meşecilik, diye tabir edilen ‘’arıcılık mevsimi’’ geldi mi, yerinde duramaz, ne yapıp yapıp müdüründen izin alıp köye giderdi. Köyde olduğu zamanlar gününün çoğunu meşede arıların yanında geçirirdi. Bu konuyla ilgili olarak yevmiye ile adam tutar, kendisi de durmaz çok çalışırdı. Bu çalışmasının semeresini de görürdü. Kısa zamanda hatırı sayılır arıcılardan olmuştu. Para ile bal satmaz, eşe dosta dağıtır, eve gelen misafire yedirmeyi çok severdi. Bizim orada çok meşhurdur. En kolay ve en güzel sofra diye tabir edilen; ‘’mıhlama, yoğurt, bal’’ gelen misafirlerin sofrasından eksik olmazdı ve çok makbule geçerdi. Babam, çok temiz, çok dürüst olduğu kadar çok da saf bir insandı. Köydeki izini bitince, müdürü için hazırlattığı bir torba süzme yoğurtla beraber tekrar işine dönerdi. Süzme yoğurttan ve sair köy gıdalarından memnun olacak ki müdürü, bu seferde babam izin istemeden ve birkaç gün de ilave ederek sık sık babamı izine gönderirdi. İşler bu minval üzere devam ederken, babam köye taşınmamıza karar verdi. Oysaki köydeki ev büyüktü ama bizlere ait olan taraf iki aileye zor yetecek durumdaydı. Koskoca ahşap evin çatısı altında üç aile barınacaktı. Bir tarafta babamın amcası oğlu ve kalabalık ailesi, diğer tarafta amcam ve onun da kalabalık ailesi! Orta yerde de biz oturacaktık. İşler öyle kolay olmadı. Biz kardeşler çok küçüktük. Amcam evi paylaşmağa yanaşmadı. Üstelik evin alt tarafında olan ve o zamanlar sadece mısır ekilen tarla ve diğer tüm araziler de paylaşılacaktı. Bu iş amcama çok zor geldi. Babama yapmadık hakaret bırakmıyordu. Aile büyükleri, köy ihtiyar heyeti araya girdi ve uzun uğraş ve tatsızlıklardan sonra evin orta kısmında iki oda bir mutfak şeklinde telakki edilebilecek namüsait şartlar içindeki karanlık bölümde yaşamaya başladık. Ben ilkokul beşinci sınıfa, kardeşim üçüncü sınıfa gidiyordu. Koskoca ahşap okulda sadece iki öğretmen ve bu iki öğretmenin okutacağı kız – erkek toplam iki yüz küsur öğrenci vardı. Öğretmenlerimizden biri bizim köyümüzdendi. Herkes onu çok severdi. Beni de okutmuş olan hocamla gün geldi aynı okulda öğretmen olarak görev yapmak nasip oldu. Çok güzel bir duyguydu. Öğretmen - müdür gibi değil de adeta baba oğul gibiydik kendisiyle. Din dersine ağırlık vermekle ve etkili sopalamaları ile meşhur olmuştu. Namaz surelerini, ilmihal bilgilerini tüm öğrenciler ondan alırdı. İstanbul Eyüp Sultan mezarlığında yatmakta olan çok değerli hocama Allah'tan (c.c) bol bol rahmet diliyorum. O zamanlar köyde elektrik yoktu. Köylü, hayvancılıkla ve gurbetçilikle yaşamını idame ettirirdi. Köydeki insanların işi durmadan çalışmaktı. Sadece kış mevsiminde rahat vardı; o da sadece çocuklara ve erkeklere. Evin kadınları ev işleri, çocuk bakımı, kaynata- kaynana hizmeti, ineklerin ihtiyacının giderilmesi ve sağılan sütlerin işlenmesiyle meşgul olurlardı. Bu da yetmez, uzun geçen kış mevsiminde, yemleri biten hayvanları doyurabilmek için kafile halinde yola çıkan gelinler, kârlı dağlara gider, yeşil yapraklı ağaçları budar, yük eder evlerine dönerlerdi. Elektrik yoktu; haliyle elektrikle çalışan hiçbir alet de yoktu. Sadece birkaç evde pille, batarya ile çalışan radyolar vardı. Aydınlanmak için fener ve gaz lambaları kullanılırdı. Bizim de dâhil olduğumuz bazı evlerde, gaz ile yanan lüks lambaları vardı. Sağlık ocağı yoktu. Hastalar sal denen araç yapılarak omuzlarda taşınırdı. Bugün normal bir ailede bulunanların hiç biri o günlerde hiçbir ailede yoktu. Amma bugün olmayan bir şey o gün bol bol vardı. Doğal ortam, temiz mi temiz hava vardı. Gürül gürül akan derelerimizde bolca kırmızı benekli alabalık vardı. Yemyeşil vadilerimiz, balta girmemiş ormanlarımız vardı. Bakir haliyle milli park olarak tescil edilecek, on iki köyü içine alan koskoca ‘’Senoz’’ bölgemiz vardı. Yöreyi ziyaret edenleri cezbeden ve kendilerine hayran bırakan hoşgörülü, yürekleri sevgi, saygı dolu insanlar vardı. Gün geldi, ağırlaşan geçim ve yaşam koşulları, insanların bir bir kapılarını kapatmasına, köyden şehirlere göç etmesine sebep oldu. Şehir yaşamı rahattı köye göre fakat bizi bizden aldı. O geçmişteki bizden eser kalmadı. Sadece ne kaldı? TV'de tulum havası eşliğinde Karedeniz belgesellerini seyrederken eski hülyalara dalıp, kafamızı iki elimizin arasına alarak ağlamak kaldı. Yazdan yaza gidip özlem giderdiğimiz köylerimiz mahvoldu. Bir zamanlar ‘’Milli Park’’ olarak belirleneceği kesin olarak söylenen köylerimiz, kârı zararını korutmayan, masa başında alınmış uyduruk ‘’ÇED’’ raporları sonucunda, yeşil dolarlar, yemyeşil doğamız ‘’HES’’ler uğruna mahvoldu. Vücudu yara bere içinde kalan insan misali hale gelen o güzelim beldemizin ilgili makamlarca ‘’Milli Park‘’ ilan edilmekten vazgeçildi. Milli park ilan edilmesi için müracaat eden muhtarlarımız, yöremizin bu perişan hali nedeniyle ters yüz edildi. Artık köylerimiz de bitti bizim için! Şehir hayatı desen bambaşka bir âlem ki, yaşamaktan çıktı; köylerimiz de malum hal ve ahvalde kalıca, gel işin içinden çık bakalım. Köyün köy gibi, şehrin şehir gibi yaşanır hale gelmesinde öncü olacak sağduyulu, hoşgörülü, sevgi, saygı dolu her kesimden insanlarımızın dolup taştığı yaşanası güzel mi güzel bir Türkiye dileğiyle selam, sevgi ve saygılar. Hoşça kalın.11.03.2010
|
FOTOĞRAF GALERİLERİ |
||||||||||||||||||||
Yayınlanan yazıları kaynak göstererek yayınlamak serbesttir. © Copyright 2004-2009 Yazar Girisi | Altyap: MyDesign Haber |